Hendek: Sınır, siyaset ve yara

Hendek başındaki gençler ya “takdire şayan direnişçiler” ya da “terörist unsur” olarak inşa edileceklerdir. Öyleyse tam da şu an, yani kriz anında/geleceğin belirlendiği anda alınan pozisyon hayatidir ve geçmişe dönük isim koyma anında alınan pozisyondan daha “etik” olduğu söylenebilir.

 

Min navê xwe kola li bircên Diyarbekir

Gava ku stêrk li esmana stûxwar

Son dönemde hendek(ler), hem Kürdistan’da süregelen mücadelede hem de Türkiye siyasal tartışmalarında (ismi ile müsemma) derin bir yer edindi. Devletin Kürdistan’da süreklileşen saldırıları ise belli ilçelerde, özellikle de öz yönetim ilanlarının yapıldığı yerlerde çok sert ve yıkıcı bir hâl aldı. Bu saldırıları durdurma ve halkı/mekânı savunma amaçlı kazılan hendekler kimileri tarafından statü mücadelesinin, direnmenin ve hayatta kalmanın kaçınılmaz yolu olarak değerlendirilirken, kimilerinin de “siyasi analizlerine” nesne oldu. Hendeği mümkün olduğunca nesneleştirmeden, romantikleştirmeden ve “her iki tarafa da eşit mesafede olma iddiası” tuzağına düşmeden tartışmak, buna dair yorum alanı açmak; çoğu zaman analizlerin dışında bırakılan Kürdistan mücadelesinin tarihselliğini de içerecek şekilde tekrar okumak son derece önemlidir. 

Bu noktada karşımıza konuyla ilgili çeşitli sorular çıkmaktadır: Siyasi analizlere nesne olmanın ötesinde hendek, çağrışımından da derin bir yerde farklı anlamlar taşıyor mu? Sömürgecilik kurgusunda “medeni olan” tarafından “medenileştirilmesi gereken”e (bir anlamda gençlere; Dîlan’a, Azad’a, Rojbîn’e, Hecî’ye, teröriste, düşmana) yakıştırılmayan derin anlama/düşünme ve kendi üzerinde karar verme yet(k)isi, hendek üzerinden nasıl okunabilir? Kürdistan’da yıllardır süren mücadelede, şiddetin üretken özelliği ile de şekillenen gençlerin öznellikleri ne anlatmaktadır? Bu sorulardan da hareketle bu yazı, hendekleri, Kürdistan’da gençlerin devlet şiddetine karşı mücadelelerini, statü talebini ve tam da buraya gelen eleştirileri farklı boyutlarıyla tartışmak/tartışmaya açmak niyetindedir.

Sınır belirleyici olarak hendek

Hendek, birçok yönüyle “sınır” kavramına gönderme yapar. Son dönem bağlamında ele alındığında(1) ise hendek, bir yandan öz yönetimin sınırlarını belirlerken öte yandan verili sınırları da tartışmaya açmaktadır. Ayrıca kavramsal olarak ulus-devlet genelinde, Türk devleti özelinde “ulusal” sınırları da sorunsallaştırarak devrimci bir baskı oluşturmaktadır. Oluşturulan baskı devrimcidir çünkü hendeklerle belirlenen teritoryada modern ulus-devlet ve onun sınırları gibi merkezi bir yönetim ve “ulusal egemenlik” tahakkümü yoktur; aksine bunlara bir karşı çıkış söz konusudur. Bu anlamıyla hendekler, daha çok koru(n)maya yönelik “derinlemesine” bir savunma sisteminin parçası olarak düşünülebilir.(2) Dolayısıyla ulus-devlet sınırları gibi bir “mutlaklık” tasarısının değil, yeni bir tahayyülün anlatısı olan hendekler, “tehlike”nin ortadan kalkmasıyla ve/veya arzulanan tahayyüle ulaşılması ile kaybolacaklardır. 

Hendeklere gelen kimi itirazlara bakıldığında yeni bir sınırın da gittikçe belirginlik kazandığı söylenebilir: Uzun zamandır iç içe geçmiş etnik/ulusal kaygılar ile sınıfsal kaygıların sınırları. Farklı ölçek ve şekillerde yaşanan neoliberal dönüşümün zengin-yoksul makasını daha çok açtığı bilinmektedir. Kürdistan’da son dönemde mahalle ve ilçe düzeyinde yaşanan çatışmalar ise büyüyen bu sınıfsal farkı daha da görünür kıldı. Nitekim hendeklere karşı çıkan ya da onları zamansız bulanların ekseriyetle orta ve üst sınıftan olması bu bağlamda anlamlıdır. Öz yönetim ilanlarının ve hendeklerin kazıldığı mahallelerin ise Kürdistan’ın en çok bedel ödeyen, zorunlu göçle yerinden edilen, en örgütlü ve en yoksullarından oluşan yerler olması da konunun anlamlandırılması noktasında dikkate değerdir.

Hendek siyaseti: Bir müzakere mekânı olarak hendek

Hendeğin Kuzey Kürdistan bağlamında terminolojiye girmesi, 2014 yılı Mayıs ayına, Amed-Lice’de yapılan karakol inşaatlarını protesto eylemine tekabül etmektedir.(3) Yine aynı sene Aralık ayında, bu sefer Cizre’de, korunma amaçlı açılan hendeklerin kapatılmasından hemen sonra (6 Ocak 2015) 14 yaşındaki Ümit Kurt, Cudi Mahallesi’ne giren polisin zırhlı araçtan açtığı ateş sonucu katledilmişti.(4) 14 Ocak’ta 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın katledilmesi(5) sonrası ise hendekler tam anlamıyla geri dönmüştü.

Yukarıdaki süreç üzerinden değerlendirilecek olursa hendekler, devletin Kürt siyasetçileri tutuklaması, saldırıları ve bütün bunları sokağa çıkma yasaklarıyla temellendirip meşrulaştırmasına karşı bir direniş olarak okunabilir. Bir bakıma hendeklerin devlet şiddetinin sert biçimde yöneldiği durumlarda hayatta kalmak için bir politika hâline geldiği de görülmektedir. Bu bağlamda hendek, devletin terk ettiği müzakere masası ve saldırıları karşısında gelişen yeni bir mücadele ve de müzakere biçimi olarak kendini göstermektedir.

Michel Foucault, Clausewitz’in “Savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildir” önermesini tersine çevirir ve “Politika, savaşın başka araçlarla sürdürülmesidir” der.(6) Bu noktada hendekler, Clausewitz’den hareketle siyasetin başka araçlarla sürdürülmesi; olası bir “müzakere dönemi” ise Foucault tarafından tersine çevrilmiş önerme ile savaşın başka araçlarla sürdürülmesi olarak okunabilir. Bu geçirgenlik, birbiri yerine ikame edilebilen, önceliklere dair iki farklı sürece değil, aksine birbiri içerisinde var olmaya işaret etmektedir. Birbirini kendi için(d)e gizleyen bu muğlaklık ise bir kesim için konum almayı “zorlaştıran” bir alana tekabül eder. Günümüz ana-akım anlayışında “kabul edilebilir” olan, masa başında müzakeredir. Ancak buna geçişi sağlayacak olan da söz konusu muğlaklıkta “doğru” konumlanmış muhalefet olacaktır.

Yara ve Kürdistan’ın bedeni

Mekânda, yani ulusun bedeninde açılan yara [hendek] bir anlamda tabu olanın ifadesidir ve aynı zamanda empati kurmanın korkutucu olduğu bir görüntüdür. Kuruyacakmış/kapanacakmış gibi duran bu yara gerçek bir hesaplaşma/yüzleşme olmadığında varlığını yeniden gösterir ve sonunda irinle kaplanır. İrin birikir, çıbanlaşır ve belki de resmi tarihin Dersim’i “çıban başı” olarak görmesi bugün ile böyle bir ilişki içerisindedir; nitekim unutmamak gerekir ki Dersim’deki jenoside varan “ıslah”, döneme özgü bir öz yönetim anlayışına karşı da geliştirilmişti.

Ona dokunmayan için bedenine zarar verenin; yani kendinde iz bırakma “cesareti” gösterenin tedaviye muhtaç olduğu inancı, kendi anlatısının önüne geçer. Atılan her jiletin, açılan her yaranın bıraktığı iz uzaktan bakan için utanılması gereken bir anomali, bulaşma riski olan patolojik bir vaka hâline gelir. Anlamı tayin etme hakkı “izleyene” verilince de hakikatin anlatısı çoğu kez kimsenin umurunda olmaz. Modernizm ve onun hijyenik dünyasına ait bu anlayış, sömürgecilik ve oryantalizm ile bir’leştiği noktada (sömürülen) cemaatin/topluluğun yasasının bedene kazınması (dövme ve fiziksel izler/yaralar oluşturan ritüeller[7]) ya anlaşılmaz bulunur/kılınır ya da “ilkellik” anlatısına dönüştürülür. Bu yolla sömüren tertibat kendi medeniliğini yeniden üretirken yaptırımlarının meşru olduğuna da kitleleri inandırır. Oysa belirtilen pratikler, yani yasanın bedene işlenmesi, tam da bir topluma dâhil olmanın, onu yeniden kurmanın parçasıdır. Bu anlamıyla ulusal beden olarak Kürdistan toprağına kazılan hendek ve buraya atılan her çizik Kürdistan mücadelesinde gelişen öznelliğin kendi “yasal” metni gibidir. Kafka’nın Ceza Sömürgesi [In der Strafkolonie] tersine çevrilmiştir; Ceza Sömürgesi’nde sömürgeci, sömürgeleştirilenin bedenine kazıdığı yasayla iktidarını yeniden üretip kalıcılaştırırken, Kürdistan’da tersine, toplumun kendi yasası kendi bedenine, yani toprağına kazılmaktadır. Nitekim  Clastres “devlete karşı toplum” olarak adlandırdığı toplumlarda görülen bu işaretleri “Ne iktidar sahibi ol ne de boyun eğ” cümlesi ile tanımlayıp “Vücudun üzerine yazılmış bir yasa, hiçbir zaman unutulmayacak bir anıdır” demektedir.(8)

Tabu, mesafe, hendek karşıtı söylem ve pozisyon

Hendek, basit bir anlatı ile yasaklıdır; tabudur. Tabuyu çiğneyenin, ona dokunanın kendisi de tabu olur çünkü bunu yapmaya başkalarını iştahlandırmak gibi tehlikeli bir kendine özgülüğü vardır.(9) Tabu olmamak, “sistemde” kalabilmek için tabu olan ile araya uzak bir mesafe koyulur ve suç(lulaştırma) sürekli bir şekilde hatırlatılır. Çoğu durumda hendeğin başında duranların öznelliği yok sayılarak/görünmez kılınarak derin bir mesafe oluşturulur. Tam da bu noktada Noelle-Neuman’ın kavramsallaştırdığı “sessizlik sarmalı”(10) kendine yer bulur; öznelerin sesi bastırılmakta ve hendekleri özgün bağlamı içerisinde değerlendiren düşünüş sus(turul)maktadır. En ufak ses ise devlet ile ortaklaşılan “şiddet yanlısı“ ithamı ile suç(lu)laştırılmaktadır. Bu bağlamda antropolog David Le Breton’un, kendi bedenine yönelen ve onu yaralayan özne için yaptığı belirleme, konuşulamayan yerde şiddete karşı hayatta kalmak için kazılan hendekleri ve çifte susturulmayı açıklar niteliktedir: “Bedene verilen zararlar, konuşmak mümkün olmadığında deriye teslim edilmiş çığlıklardır”(11)

Egemenin zamana yayılacak şiddetini an’a hapseden gençler; bu şiddet zamana yayıldığında sesi gür çıkmayan aydın(lanmış)lar tarafından suçlulaştırılır. Bir anlamda “her haksızlığın karşısında yer almak” ilkesinin yol açtığı öznenin sesini (ç)almak, kendisini burada da göstermektedir. Steve Biko’nun siyah mücadelesinde liberallere getirdiği sert eleştiri, bu noktada Kürtler ve Kürtlerin edimlerini analiz edenlerin karşılaşmasında açıklayıcıdır;

Siyahların menfaatlerinin bu -kendi kendilerini atamış- vasileri “siyahların hakları” için yıllardır verdikleri kavgayla övünürler. Her şeyi siyahlar için, siyahlar adına ve siyahlar dolayısıyla yapmaktalar. Ama ola ki siyahlar, her şeyi kendi başımıza ve kendimiz için yapma vakti geldi desinler, beyaz liberallerin hepsi kıyameti koparır! (…) Ama ne zaman ki siyahlar kendi işlerini bir şekilde görmek isterler, liberal elit burada hemen bir anomali tespit eder.(12) 

İçinde bulunduğumuz dönemde yaşanan bir “kurma anı” ise eğer -ki şahit olduğumuz şiddet bunu gösteriyor- bu an meşruiyetini sadece kendine referans vererek üretmektedir. Bu durumda Derrida’ya atıfla yaşananın ne yasal olduğu ne de yasal olmadığı söylenebilir.(13) Dönemin adı ileride, geriye dönük olarak konulacaktır; diğer bir söyleyiş ile hendek başındaki gençler ya “takdire şayan direnişçiler” ya da  “terörist unsur” olarak inşa edileceklerdir. Öyleyse tam da şu an, yani kriz anında/geleceğin belirlendiği anda alınan pozisyon hayatidir ve geçmişe dönük isim koyma anında alınan pozisyondan daha “etik” olduğu söylenebilir. 

Sonuca doğru

Yukarıda yapılmaya çalışılan tartışmada görülmektedir ki hendekler, sadece toprağın yapısının değiştirildiği, anlam atfedilmemiş süreçler değildir. Bir yandan hayatta kalma, ses(ini) duyurma, diğer yandan da inşa etme gibi sorumluluklar yüklenir. Bunun ötesinde hendeğin bir müzakere biçimine tekabül ettiği, masa başı veya hendek başı müzakerenin birbiri ile ilişkili olduğu söylenebilir. Tartışmadaki bir diğer önemli husus da gençlerin öznelliklerindeki dinamiklerdir; yani Kürdistan’ı bedenleri olarak tahayyül etmeleri ve statü talebini bir çeşit yara ile aktarmaları. Tüm bunları bütünlüklü bir düşünüş içerisinde dikkate almadan yapılacak her analiz, bunu yapan kişiyi ister istemez egemen Türk devleti tarafında konumlandırmaktadır. 

Yazıyı sorularla bitirmek yerinde olacaktır; farklı bağlamlarda, çeşitli yazıların konusu olmaya devam edecek hendekler, Kürdistan’da inşa edilmeye çalışılan sosyo-kültürel, ekonomik ve politik yaşamın atılan temellerinin farklı bir şekilde anlatılması olarak okunabilir mi? Nasıl ki bir inşaatın/inşanın (güçlü) olması için derin bir temel atılıyorsa, kazılan hendeklerin de öz yönetim inşasında benzer bir sembolik anlamı olabilir mi? Başka bir deyişle hendekler ilan ve inşanın, öz yönetim ve öz savunmanın birbirinden ayrılamazlığının mekânı olabilir mi? Ortadoğu’daki gelişmeler ve bu gelişmeler doğrultusunda işletilen politikalar nasıl bir etki oluşturmaktadır? Sokağa çıkma yasakları/abluka ile hendekler nasıl bir ilişki içerisindedir? Şüphesiz bu ve benzeri soruların sorulması, bunlara yeni soruların eklenmesi, hendeklerin ve şimdilik onun etrafında verilen mücadelenin şekillenmesi açısından ayrıca önemlidir.

Ez duh şehîd bûm, îro nû hatim

HAKAN SANDAL/SERHAT ARSLAN

Kaynakça ve Notlar

(1) Belirtmek gerekir ki hendek ve etrafında gelişen tartışmayı son dönem Ortadoğu gelişmelerinden, sözgelimi Rojava Devrimi’nden, Güney Kürdistan ile ilişkilerden ayrı okumak indirgemeci olacaktır. Bu bağlam daha sonraki yazı ve değerlendirmeler için daha geniş bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır.

(2) Modern ulus-devletleşmede teritorya ve sınır ilişkisi için bkz. Anthony Giddens, Ulus Devlet ve Şiddet, çev. Cumhur Atay, Devin Yayıncılık, İstanbul, 2005, sf: 72- 77. 

(3) Mahmut Oral, “Güneydoğu’da karakol inşaatları nedeniyle başlayan gerilim tırmanıyor”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2014, sf: 7; Ayrıca bu yazının konusu olmayan diğer bir “hendek” kullanımı karşımıza Rojava ve Güney Kürdistan bağlamlarında çıkmaktadır.

(4) “Cizre’de 14 Yaşındaki Ümit Kurt Polisin Açtığı Ateş Sonucu Öldü”, bianet, 06 Ocak 2015, http://bianet.org/bianet/siyaset/161338-cizre-de-14-yasindaki-umit-kurt-polisin-actigi-ates-sonucu-oldu.

(5) Faruk Ayyıldız, “Şırnak Barosu: Nihat Kazanhan’ı özel harekatçılar vurdu”, Evrensel, 16 Ocak 2015, http://www.evrensel.net/haber/102280/sirnak-barosu-nihat-kazanhani-ozel-harekatcilar-vurdu.

(6) Michel Foucault, Toplumu Savunmak Gerekir, çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, sf: 31-36.

(7) Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum, çev. Mehmet Sert ve Nedim Demirtaş, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2006, sf: 151-160.

(8) Clastres, 2006, sf: 160.

(9) Freud, Totem ve Tabu, çev. Hasan İhsan, Alter Yayıncılık, Ankara, 2008, sf: 35-36, 41.

(10) Elizabeth Noelle-Neumann, The Spiral of Silence, The University of Chicago Press, Chicago, 1993.

(11) David Le Breton, Ten ve İz – İnsanın Kendini Yaralaması Üzerine, çev. İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2011, sf: 34.

(12) Steve Biko, Siyah Bilinci (der. Barış Ünlü), Dipnot Yayınları, Ankara, 2014, sf: 34.

(13) Aykut Çelebi (der.), Şiddetin Eleştirisi Üzerine Metis Yayınları, İstanbul, 2010 içinde Jacques Derrida, “Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli”, sf: 43-134.

Yorum bırakın