Alan kapma savaşı – RAMAZAN UMAR

RAMAZAN UMAR

Ortadoğu kazanı fena fokurduyor. Suriye’de 5. yılında yanmaya devam eden bu kazandan fokurdayan kan neredeyse tüm dünyaya yayılmış durumda. Üçüncü dünya savaşı olarak adlandırılan bu durumdan, sorunun nedeni olan hiçbir güç kazançlı çıkmadığı gibi, çözüm projeleri de gözükmüyor.

Başvurdukları yöntemler ile sonuç alamayan ve birbirlerini alt edemeyen ABD öncülüğündeki batılı güçler ile Rusya öncülüğündeki diğer güçler, Viyana toplantısıyla bu defa masada sonuca gitmeye karar verdiler. 

Kendi tabirleriyle “siyasal yöntemlerle” sorunu çözmek için belirlenen takvim başlamadan, taraflar masada elini daha da güçlendirmek için alan kapma savaşını tırmandırdı. Bölgede son yaşananlar da bunu açıkça gösteriyor.

Rusya Akdeniz’de kalan tek üssünü (Latkiye’ye bağlı Ceblê kentinde bulunan Himêmîm üssü) kaybetmemek ve bölgedeki etkinliğini sürdürmek amacıyla Baas rejimine destek vererek, “terörle mücadele” adı altında Akdeniz kıyısındaki bölgeleri kontrol altına almayı hedefliyor. Ayrıca İdlib ve Latkiye’de, yine Halep ve çevresinde ABD’nin Türkiye eliyle desteklediği grupları da etkisiz hale getirerek masada koz olarak kullanma amacında. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin İran ziyaretinde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile “Amerîka savaşta elde edemediğini masada almak istiyor” mealinde bir ortak açıklama yaptı. 

ABD öncülüğündeki karşıt taraf ise, Rusya’nın Suriye’ye direk müdahalesiyle düştüğü arka plandan çıkmak için, birçok kozu bir arada kullanıyor. Dikkat çekilmesi gereken nokta ise Türkiye’ye verilen rol olmakta. Hatırlanacağı üzere Türkiye’deki 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin bu sonucu alacağını kendileri de tahmin etmediklerini itiraf ettiler.

Seçim öncesi ve sonrasında AKP’nin Bakur ve Rojava’da Kürtlere ve kazanımlarına yönelik artan saldırılarına karşı ise hiç kimseden ses çıkmadı. Özellikle Bakurê Kürdistan’ın birçok kentindeki saldırılarda onlarca sivil katledilirken, yine Rojava sınırından hergün saldırılar olurken, uluslararası alandan bir tepki gelmiş değil. 

Son olarak 24 Kasım’da Suriye’nin Hatay sınırında bir Rus savaş uçağı Türk savaş uçakları tarafından düşürüldü. Düşürülme olayının hemen akabinde ise Türkiye NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırdı. 

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkmen kardeşlerimize her türlü desteği vereceğiz” açıklamasında bulundu. Yine Erdoğan “Cerablus Akdeniz hattını temizleyeceğiz” şeklindeki açıklamasıyla Rojava kantonlarına karşı tehditlerini de sürdürdü. Aynı günün akşamında ise El-Nusra çeteleri Efrin Kantonu’nun Şêrawa ilçesine bağlı köylere saldırdı. 

Türkiye ve Rusya’nın konumları dikkate alındığında, Türkiye’nin bunu tek başına yapma cesareti göstermeyeceğini herkes bilir. Gelişmeler bakıldığında Türkiye’nin kendisine verilen rölü yerine getirmeye çalıştığı görülüyor. Seçimde kendisine verilen destek ve Kürtlere yönelik saldırılarını görmezden gelmeye karşılık, ABD ve müttefikleri Türkiye’den borçlarını tahsil ediyorlar. 

Batılı güçler, bu yolla Türkiye’yi hem daha fazla savaşın içine çekerek Rusya’ya karşı kullanıyor, hem de Kürtlerle savaştırarak, Kürtlerin iradesini de zayıflatma ve kendi çizgilerine çekmeyi hedefliyor. Böylece olası bir siyasal çözüm girişiminde elini güçlendirmek ve sonuç almak istiyorlar. 

Görünen o ki, alan kapma savaşı boyutlanarak devam edecek. Ancak yine zarar görecek olan toplumun kendisi olacak. Dolayısıyla süreçten çözüm gücü olarak çıkacak olan ise, Suriye toplumunun çıkarlarını koruma mücadelesi veren, bu yolda mesafe kateden güçler olacaktır. Bu noktada Rojava’da ortaya çıkan ve tüm etnik yapıları ve kültürleri kapsayan irade giderek daha fazla öne çıkmaktadır. Hem Rojava ve Suriye’de hem de uluslararası alanda çalışmaları sürdürülen Demokratik Suriye Projesi tek çözüm seçeneği olara görülüyor. Fakat bunun da ciddi bir mücadele gerektirdiği bir gerçek.

Yorum bırakın